TÜRKİYE NASIL BÖLÜNÜR?
EY TÜRKLER BENİ İYİ DİNLEYİN!
Bu topraklarda bitmeyen bir tartışma var. Bir tarafta “bizi Türkleştirmek istiyorlar, asimile etmek istiyorlar” diyenler. Ki bunu çoğunlukla Kürtler dillendiriyor. Diğer tarafta da “ayrılıkçılar, bölücüler bizi bölmeye çalışıyorlar” diyenler. Bunu da çoğunlukla Türkler dile getiriyorlar. Bu tartışmanın ortasında da anadil konusu var.
Peki, anadil konusu Türkiye’yi böler mi?
Evet, böler. Ama nasıl böler!
Haydi gelin biraz üzerinde duralım.
Bugün Türkiye’de bir kez daha ana dilde eğitim konusu gündemde.
Kürtçe eğitimi, yerel yönetimler, dil hakkı…
Bu meseleler ne zaman tartışmaya açılsa, hemen karşısında “Bunlar Türkiye’yi böler!” diyen sesler yükseliyor. PKK’nın silah bıraktığı ve devletin adımlar atması gereken bugünlerde de benzer sesler yükseliyor.
Ne yazık ki, bu bakış açısının, halkları birbirine daha da uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramadığını gördük.
Bu ülkede Kürtlerin kimlikleri kabul edilmedi, dilleri inkar edildi. Yasaklandı.
Süreç kendilerini Kürt zanneden Türkler söylemiyle başladı. Kürt diye bir millet yoktu. Kürtler dağ Türkleriydi. Karlı dağlarda yürürken kart kurt sesler çıktığı için bu dağ Türklerine Kürt denmişti. Bugün mizah gibi gelebilir ama bunlar devleti temsil edenler tarafından rahatlıkla söyleniyordu. Kimlik inkar edildiği gibi dil de yasaklandı. Anadilde eğitim hakkı verilmedi.
Peki sonra ne oldu?
İsyanlar başladı.
Bu ülkede yıllarca kardeş kavgası yaşandı. Onbinlerce genç toprağa düştü.
Peki, Kürtler kimlik taleplerinden vazgeçtiler mi?
Hayır.
Sonuçta Kürtler duygusal anlamda Türkiye’den koptular. Bu duygusal kopuş fiili kopuşun da kapılarını açacak noktaya geldi.
Bu ülkede Kürtler her kademeye gelmedi mi?
Ne dışlanması diyenler olabilir.
Evet, her kademeye geldiler.
Bu ülkede her şey oldular ama Kürt olamadılar.
Kimlikleriyle var olamadılar. Bunun nasıl bir travma getirdiği bir türlü anlamak istenmedi.
Temel bir endişe vardı. Kürtlere ana dil hakkı verirsek bu ülke bölünür endişesi.
Halbuki tam tersinin olduğunu hem geçmişte hem de bugün yaşananlarda görüyoruz.
Bugün gelinen noktada…
Bu sorunun temelinde yatan en büyük mesele şu:
Kürtçe’nin yasaklanması ve bastırılması, aslında bir “bölünme” değil, tam tersine, bir “kopuş” yarattı.
Peki, bu kopuşun bedeli ne oldu?
Yitip giden canlar, harcanan yıllar, toplumsal güvenin zedelenmesi…
Bunlar yetmedi mi?
Türkiye, bu yanlış politikalarla sadece kendi insanlarını değil, kendi geleceğini de riske attı.
Bir halkın dilini, kimliğini yok saymak, o halkı devlete ve millete yabancılaştırmaktan başka ne işe yaradı?
Bugün hâlâ aynı korkularla hareket etmek, aynı hataları tekrarlamak, bizi sadece daha derin bir uçuruma sürükler.
Tarihten, bu topraklarda yaşananlardan ders almamız gerekiyor.
Peki, nasıl oldu da bu noktaya geldik?
Bir bakalım. 1876’dan itibaren kısaca inceleyelim.
Kanun-i Esasî’si, yani Osmanlı’nın ilk anayasasıydı.
Resmi dilin Türkçe olduğu belirtilmişti ama farklı milletlerin kendi dillerini kullanmalarına itiraz edilmemişti.
Dil meselesi gevşek bırakılmıştı.
Peşinden 1908 ihtilali geldi.
İttihatçılar üzerinden Türkçe dışında ana dillerin kamusal alandan çıkarılması gündeme geldi.
Türkçe dışında kullanılan dillere baskılar arttı.
Arnavutlar ve Araplar sonra Kürtler buna karşı çıktılar.
Huzursuzluk ve çatışmalar başladı.
Anadillerinin yasaklanması yükselen milliyetçilik hareketlerini de ateşledi.
Memnuniyetsizlik ve kopmalar gündeme geldi.
Sonuç ne mi oldu?
Osmanlı paramparça oldu.
Evet, dil ve kimliklerin inkarı Osmanlı’nın parçalanmasında tek sebep değildi ama önemli bir faktör oldu.
Osmanlı’nın bu dersi bize şunu öğretmeli:
Bir toplumu bir arada tutmanın yolu, farklılıkları yok saymak değil, onları kucaklamaktır.
Dil, bir halkın ruhudur. Kimliğidir.
O ruhu yok etmeye kalkarsanız, o halkın ne devlete ne de millete bağlılığı kalmaz.
Bugün Türkiye, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaptığı hataları tekrarlamaktan vazgeçmelidir.
Çünkü tarih, aynı yanlışların aynı acı sonuçları doğuracağını defalarca gösterdi.
Tarihten, yaşadıklarımızdan aldık ders çıkaralım.
Bir halkın, dilini ve kimliğini özgürce ifade etme hakkı tanınmazsa, o halk kendini ait hissetmez.
Hissetmiyor işte.
Baskı, ayrışmaya, kopuşa yol açıyor.
Kimliği inkar edilen halk önce duygusal kopuş yaşıyor, sonra da fırsatını buldu mu kopup gidiyor.
Ve işte bu noktada, iktidarın yapması gereken en önemli şey şu:
-
Halkları birbirine yabancılaştıran politikaları terk etmek,
-
Eşit vatandaşlık temeline dayalı bir yaklaşım benimsemek.
Burada iktidara görev düştüğü gibi Türklere de görev düşüyor.
Kürtlere karşı empati yapmak, onları anlamaya çalışmak.
Bu ülkede çoğunluğu temsil eden Türkler buna ikna olmadığı takdirde bu sorunun çözümü maalesef imkansız.
Endişeli Türklere şunu da söyleyeyim!
Diyarbakır’da Kürtçe ana dilinde eğitim alacak gençlerin yüzünün Erbil’e dönük olacağını ve ülkeden kopacaklarını mı zannediyorsunuz?
Geçin bunları.
Türk gençlerinin yüzü bile bugün Türkiye’ye değil Avrupa’ya, Amerika’ya dönük.
Günümüz dünyasında başarılı olabilmeleri İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı bilmelerine, Batı ile entegre olmalarına bağlı.
Kürt gençleri için de öyle. Boş korkular bunlar.
Aslında, ana dilde eğitim hakkının reddedilmesi, bir halkın temel insan hakkını ihlal anlamına da geliyor.
Türk çocuklar anadillerinde eğitim alırken Kürt çocuklar tek kelime bilmeden okula başlıyorlar ve başlıyor travmalar.
Bu travma sadece Kürt çocuklarını mı etkiliyor?
Hayır.
Bu, tüm toplumun ruhunu yaralıyor.
Bir çocuğun dilini konuşamamasından doğan acıyı, o çocuğun ailesinin, köyünün, toplumunun hissetmediğini mi sanıyorsunuz?
Bu acılar birikiyor, öfkeye dönüşüyor, güvensizliğe dönüşüyor.
Ve işte bu, asıl bölünmenin tohumlarını ekiyor.
Bu insanlık dışı uygulamalardan artık vazgeçilmeli.
Anadilde eğitim, bir lütuf değil, bir haktır.
Birleşmiş Milletler’in, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin açıkça belirttiği bir haktır.
Ayrıca bu haklar Türkiye’nin itibarını artırır, uluslararası alanda elini güçlendirir.
Yayına bu topraklarda bitmeyen tartışma diyerek başlamıştım.
Bir tarafta “bizi Türkleştirmek istiyorlar, asimile etmek istiyorlar” diyenler, diğer tarafta da “ayrılıkçılar bizi bölmeye çalışıyorlar” diyenler.
Bizi Türkleştirmek istiyorlar, asimile etmek istiyorlar diyenler haklılar.
Çünkü bir halkın dilini, kimliğini yok saymak, asimilasyondan başka bir şey değildir.
Bu, sadece Kürtler için değil, bu topraklarda yaşayan diğer halklar için de geçerli.
Lazlar, Çerkesler, Araplar…
Türkçeyi ortak dil olarak bilmek kaydıyla herkesin kendi kimliğini, dilini yaşama hakkı olmalı.
Gelelim “ayrılıkçılar bizi bölmeye çalışıyorlar” diyenlere.
Tamamen haksızlar mı?
Türkiye bu duygusal kopuştan sonra dil ve kimliğin özgürleştirilmesi, ülkeyi bölmeye götürür mü?
Bu bölünmeye giden bir sürecin başlangıcı olabilir mi?
Evet olabilir.
Tabii ki bu ihtimal dahilinde.
Ama bu konuda belirleyici olan rejimin ne yapacağı.
Kardeşlik ikliminde eşit vatandaşlar olarak yaşamak duygusal anlamda kopuşu fiili olarak kopuşa evrilmesine engel olabilir.
Gelinen nokta köprüden önce son çıkış gibi duruyor.
Kardeşlik edebiyatı ile de bir yere varılamadığını gördük.
Çünkü eşit olmadan kardeş olunmaz.
Ayrıca Kürtler mutsuzsa bağlasan tutamazsın.
Önemli olan vatandaşlarını “bu benim ülkem, benim de devletim, ben de bu ülkenin eşit bir vatandaşıyım” dedirtebilmektir.
Tabii bunu silah zoruyla söyleterek değil.
Türkiye, bu adımları atarsa…
Sadece Kürtleri değil, tüm halklarını kucaklar.
Bu, bir bölünme değil, birleşme hikayesi olur.
Birlikte yaşama iradesini gösterirsek korkuları da yenmeye başlarız.
Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler…
Hepimiz bu toprakların çocuklarıyız.
Birbirimize güvenmek zorundayız.
Güven, ancak eşitlik ve adaletle inşa edilir.
Peki, devleti yönetenler bu adımları atar mı?
Toplum bu yaşananlardan ders alır mı?
Ders alır da iktidarı buna zorlar mı?
İşte bundan pek emin değilim.