O SİYAH POŞETİN İÇİNDE NE VAR BİLİYOR MUSUNUZ?

Bu fotoğrafa bakın.

Bu fotoğrafa bakın.
Yalnızca bir kadın ve küçük bir kız çocuğu görüyorsunuz, değil mi?
Güneş tepede, gölgeler uzun.
Gözler uzun süreden beri güneş görmediği için kamaşmış.
Arkalarında koca bir beton kemer: “Edirne Ceza İnfaz Kurumları.”
Bir kapı.

Ama aslında bu karede bir ülkenin yargısı, vicdanı, hukuku da mahpus.

Kadının elinde siyah bir çöp poşeti var.
İlk bakışta sıradan bir eşya torbası.
Ama içinde sadece birkaç giysi yok.
O poşetin içinde mahkemeye çıkamadan geçen 16 ay var.
O poşetin içinde o 16 ayın hüznü var.
O poşetin içinde umut kırıkları var.

Bir annenin geceleri çocuklarına sarılarak ağladığı günler, içine gömdüğü çığlıklar var.
Uykusuz geceler var.
Küflü duvarlar, akan kanalizasyon, kırık oyuncaklar, bölünmüş rüyalar, bölünmüş aileler var.
O poşetin içinde bir toplumun utanması gereken her ne varsa işte hepsi var.

Adı Hasret.
Bir hemşire.
Bir anne.
Bir eş.

Hemşire olarak hayat kurtarmaya yemin etmişti ama önce KHK ile mesleği elinden alındı.
Yetmedi, terörist dendi.
İlk kez 10 aylık evliyken tutuklandı.
İlkinde 19 ay yattı hapiste.
Sonra tekrar hapse atıldı.
Ama bu sefer yanında iki küçük çocuğu ile.

Yetmedi, KHK’lı polis olan eşi de hapse atıldı.
Bir aileyi toptan hapsetti bu ülke.
Anne içeride.
Baba içeride.
Çocuklar içeride.

Yargıtay cezayı bozmuş, delil yetersizliği ortada ama üç kez mahkeme kurulmuş,
bir kere bile savunması alınmamış.
Bir kadını konuşturmadan yargılayan bir sistem olabilir mi?

Hasret “Adalete güveniyorum” demişti yıllarca.
Ama cezaevindeki kızına “Artık herkese yaz, vekillere, gazetecilere…” diyen bir annenin sesi oldu sonra.
Çünkü sabır da bir yere kadar.

Yargıtay demiş ki: Bu ceza yanlış.
Ama yerel mahkeme üç kez savunma bile almadan, “tutukluluğun devamı” demişti.
Evet, üç kez.
Hiç konuşturmadan,
Hiç dinlemeden.

Hasret artık serbest.
Fotoğrafta gördüğünüz çocuk beş yaşında.
Bugün hâlâ hapishane dışında bir oyun bilmiyor.
Hep gardiyan oluyor, hep hapse atıyor oyuncaklarını.
Çünkü başka hayat tanımıyor.

Bu çocuk ne öğrendi biliyor musunuz?
Adaletsizliği.
Kapalı kapıları.
Bir anneyle birlikte koğuşlarda büyümeyi.

Bu fotoğraf bize mahkeme salonlarının soğukluğunu değil, bir annenin sıcacık direncini anlatıyor.

Şimdi bakın Hasret’e.
Cezaevinin önünde duruyor.
Elinde bir çöp poşeti.
Yanında beş yaşındaki kızı.
Ama başı dik. Her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışan bir anne var karşımızda.

Gözleri yorgun Hasret’in, ama dik.
Omzunda bir çocuğun başı, elinde bir torba.
Ve ayakta.
Omzundaki yükü görün diye o poşeti öyle sıkı tutmuş sanki.

O çocuğun sarılışında bir “Gitme, yine gider misin?” korkusu var.
Beş yaşında bir çocuk için “özgürlük” sadece annesinin yanında olmak.

Ama asıl hikâyeyi yüzlerine değil, gözlerine bakınca anlıyorsunuz.

Hasret artık dışarıda.
Ama eşi hâlâ içeride.
Bir baba hâlâ parmaklıklar ardında.
Bir aile hâlâ bölünmüş durumda.
Çocuklar hâlâ geceleri iki kişilik rüyalar görüyor.

Ve o çocuk…
Artık cezaevinin kapısından çıkmış olabilir.
Ama oyunları hâlâ gardiyanlı, kelepçeli, parmaklıklı.
Hâlâ biri geliyor, tutukluyor, hapse atıyor oyuncaklarını.
Çünkü çocuklar unutmaz.

Bazı izler duvardan silinse bile, ruhlardan, kalpten silinmez.
O annenin ve çocuklarının ruhlarında darp izi var.
O darp izi kılıç yarası gibidir.
Yara kapansa bile izi kalır. Hem de hayat boyu.

Siyah bir poşetin içinde taşıdığı şey aslında bütün bir topluma ait.
Sessizliğimiz, suskunluğumuz, görmezden gelişimiz.

Hasret’in elindeki o poşet, bir ülkenin utanç yüküdür.
Ve bu fotoğraf…
Bir devrin utanç belgesidir.
Binlercesi gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir