Ey Sarayın hâkim ve savcıları…
Size sesleniyorum. Şimdi beni iyi dinleyin!
Yüzbinlerce masum insanın hayatını kararttınız. Aldığınız her hukuksuz karar, sizi tarihin karanlık sayfalarına geçirdi. Herhalde gerçekten adalet dağıttığınızı düşünüyor olamazsınız.
Bunu siz de, bu toplum da çok iyi biliyor. Yaptığınız, saraydan gelen talimatlarla adalet dağıtmak değil, zulüm dağıtmak.
İmamoğlu’na siyasi yasak getiren, görevdeki CHP’li belediye başkanlarını bir bir görevden alan, Selahattin Demirtaş’ı, Kürt siyasetçileri, gazetecileri, öğretmenleri, insan hakları savunucularını durmaksızın cezaevine gönderen sizsiniz.
Tıpkı 9 aylık bebeğiyle birlikte gözaltına alınan kadın gibi… Tıpkı 7 yaşındaki oğlunun elinden tutarak cezaevine giren matematik öğretmeni gibi… O çocuklar, demir parmaklıkların arkasında sizin kararlarınızla büyüyor.
Gazetecileri susturdunuz, üniversite hocalarını, öğrencileri, anneleri, bebekleri hapse attınız. Sarayın talimatıyla karar veren birer noter oldunuz.
Gülen cemaatine yönelik yürütülen cadı avında, delilsiz iddianamelerle, yalan ve iftiralarla yüzbinlerce insanı mahkûm ettiniz.
Binlerce KHK mağduru, mahkeme salonlarında değil… Onlar, sizin önceden yazılmış kararlarınızla hayatlarıyla bedel ödüyor. Bu bedeli ödemeye de devam ediyorlar.
Bir tweet attığı için tutuklanan öğrenciler, terörist ilan edilen öğretmenler, bankaya para yatırdığı için “örgüt üyesi” ilan edilen ev hanımları… Zulmünüzden kaçmak için yüzlerce insan, kadın çocuk demeden Meriç’te, Ege’de boğuldu.
Hatırlar mısınız Akçabay ailesini? Hatice Akçabay ve 6 yaşındaki Ahmet Esat, 5 yaşındaki Mesut, 1 yaşındaki Bekir Aras Meriç’in sularında can vermişti.
Peki ya Maden ailesini hatırladınız mı? Karı koca öğretmen Nur ve Hüseyin Maden çifti, küçük çocukları 13 yaşındaki Nadire, 10 yaşındaki Bahar ve 7 yaşındaki Feridun ile birlikte Ege’de çığlık çığlığa can verdiler.
Ve daha pek çokları… Hangi birisini sayayım!
Neydi suçları bunların?
Onları ölüme iten sizdiniz. İmzalarınızla, kararlarınızla sizler onları ölüme ittiniz.
Gözaltına aldırdığınız, tutuklattığınız masum kadınlara tecavüz edildi. İşkenceyle öldürülenler oldu. Tüm bu insanlık suçlarını, verdiğiniz kararlarla yapanlar sizlersiniz.
Ve bu suçlar sadece fiziksel acılarla sınırlı da değil.
Sizler, insanların umutlarını, hayallerini, geleceklerini çaldınız. Bir babanın çocuğuna sarılma hakkını, bir annenin evladıyla geçireceği yılları elinden aldınız.
Toplumun güvenini, adalete olan inancını yerle bir ettiniz. Her bir kararınızla, bu ülkenin vicdanında derin yaralar açtınız. İnsanların birbirine duyduğu güveni zedelediniz. Komşuyu komşudan, kardeşi kardeşten ayırdınız. Yalanlarınızla, sahte delillerinizle bir neslin hayatını kararttınız.
Ve hiçbiriniz, “Ben emir kuluydum” demekle bu vebalden, bu sorumluluktan kurtulamayacaksınız.
Ama hâlâ kurtulabileceğinizi sanıyorsunuz. Bu karanlık dönemin ilelebet devam etmeyeceğini sizler de biliyorsunuz.
Ama sanıyorsunuz ki o dönem emekli olup bir kenarda refah içinde sessizce yaşayacaksınız! Yaptıklarınızla birlikte unutulacağınızı zannediyorsunuz.
Hayır, unutulmayacaksınız.
Sizi, mahkeme salonlarında kürsüden okuduğunuz o soğuk, ruhsuz cümlelerle hatırlanacaksınız. Eşleriyle birlikte tutuklanan insanların gözyaşlarını göremeyen yüzünüzle hatırlanacaksınız. İki yaşındaki çocukları anneleriyle birlikte cezaevine tıkan kararlarınızla hatırlanacaksınız.
O gün geldiğinde, tarihe nasıl geçtiğinizi çocuklarınızın gözlerinde göreceksiniz. O an geldiğinde, çocuklarınız “Baban ne iş yapıyordu?” sorusuna cevap veremeyecekler.
Sizler, bu rejimin suç ortakları oldunuz.
Her bir imzanız, bir ailenin dağılmasına, bir çocuğun gözyaşına, bir insanın hayatının sönmesine sebep oldu.
Kendi vicdanlarınızı susturmayı başarsanız bile, toplumun vicdanı susmayacak. Her gece yastığa başınızı koyduğunuzda, o imzaladığınız kararların gölgesi sizi takip edecek. Bir gün aynaya baktığınızda, kendi yüzünüzden utanacaksınız.
Ey sarayın hâkim ve savcıları, hâlâ vakit varken durun. Bu karanlık yolda yürümekten vazgeçin. İnsanların hayatlarını söndürmekten vazgeçin. Sarayın taşeronu, işbirlikçisi olmayın.
Bu taşeronluğu ister isteyerek yapın, ister zorla… Emin olun tarih bunu ayırmayacak. Tarih sadece şu cümleyi yazacak: “Zulüm devrinin hâkim ve savcılarıydılar.”
Evet, zor durumda olduğunuzu görüyorum. En azından gönülsüz bir şekilde bu zulme ortak olanlarınız için. Sistemin dişlileri arasında “ya itaat ya mahvoluş” arasında sıkıştığınızı biliyorum.
Ama tek bir çıkış yolunuz var: Madem adaleti uygulayamıyorsunuz… “Uygularsak biz de hapislere atılırız” diyorsunuz… O halde istifa edin. Onurunuzu kurtarın.
Çocuklarınıza geride utanç değil, bir dik duruş bırakın.
Evet bu kolay olmayacak. Ama onurlu yaşamak, hiçbir zaman kolay olmadı. Niye size kolay olsun ki!
Çocuklarınızın yüzüne onurla bakmak istiyorsanız… Torunlarınız bir gün size “Sen ne yaptın dede?” diye sorduğunda başınızı eğmemek istiyorsanız… Yapmanız gereken tek şey var: İstifa edin. Ya da onurlu kararlar verin, gerekirse hapse girin.
Evet, zor olacak.
Rejime boyun eğmeyen meslektaşlarınız ne yaptıysa, siz de aynısını yapın. Evet, maaşınızı, evinizi, arabanızı, sosyal statünüzü kaybedeceksiniz. Ama hiç değilse insan kalacaksınız. En azından bundan sonrası için. Pazarda limon satarak yaşamayı kabul edeceksiniz.
Çünkü bu, sarayın sofrasında köle olmaktan daha onurlu olacak. Gerekirse Meriç’i geçmeyi göze alıp başka bir ülkede hayata sıfırdan başlayacaksınız. Ardından da toplumdan özür dileyeceksiniz. Yaptıklarınızı itiraf edeceksiniz.
Mazlumlar sizi affeder mi bilemem… Ama siz, kendinizi affetmenin yolunu açmış olacaksınız. Kendi halkına düşman bir iktidarın suç ortağı, aparatlığını reddetmiş olacaksınız.
Adil kararlar vermek veya istifa… Bu, sizin insanlık sınavınız olacak. Bu, kendi ruhunuzu kurtarmak, tarihin doğru tarafında yer almak için bir fırsat olacak.
Sizler de, bu rejimin geçici olduğunu biliyorsunuz. Gücün, makamın, zenginliğin bir gün el değiştireceğini de…
O gün geldiğinde sizi kurtaracak olan ne sarayın vaatleri, ne de bugünkü koltuklarınız olacak. Sizi kurtaracak tek şey, vicdanınızın sesine kulak vermenizdir.
Adil olmak ya da istifa etmek, korkaklık değil, cesarettir. Çünkü bu, bir sistemin karşısında dimdik durmayı gerektirir.
Ve unutmayın: Hiçbir zulüm sonsuza dek sürmez. Bu rejim değiştiğinde, bugün aldığınız her karar, vereceğiniz her emir, imza attığınız her dosya tek tek önünüze konacak. Yüzünüze okunacak.
Tıpkı Nazi dönemi Almanyası’nda olduğu gibi, “Ben bilmiyordum” deme hakkınız da olmayacak. Çünkü sizler biliyordunuz. Biliyordunuz ama susmayı, imza atmayı, zulmetmeyi ve yükselmeyi seçtiniz.
Bugün yaşanan her hukuksuzlukta sizin de payınız var. Ve bu pay, sadece mahkeme salonlarında değil; sokaklarda, evlerde, yüreklerde de hissediliyor.
Her bir kararınız, bir babanın çocuğuna ekmek götürememesine, bir annenin evladına sarılamamasına, bir gencin geleceksiz kalmasına sebep oldu.
Sizler, sadece kanun maddelerini değil, insanların hayatlarını da çiğnediniz. Her bir imzanız, bir yuvanın yıkılmasına, bir umudun sönmesine yol açtı.
Ya adil karar verin, ya da istifa edin.
Yoksa tıpkı Nazi Almanyası’nın hâkim ve savcıları gibi anılacaksınız. Rejim değiştiğinde yargılanacaksınız. İnsanlar yüzünüze tükürmek için sıraya girecek.
Siz o gün “Ama ben emir kuluydum” dediğinizde, kimse dinlemeyecek. O gün geldiğinde, ne sarayın gölgesi sizi koruyacak, ne de bugünkü makamlarınız.
Yalnız kalacaksınız.
Aileleriniz, dostlarınız, komşularınız bile sizinle göz göze gelmekten kaçınacak. Çünkü herkes bilecek: Siz, adaletin değil, zulmün hizmetkârı oldunuz.
Siz, masumların gözyaşlarına sırt çevirdiniz.
Yargılanacaksınız.
Ama yapacağınız savunmalar, sizi ne halkın vicdanından, ne tarihin terazisinden kurtaracak.
Hatırlayın, Nazi Almanyası’nda da tüm savcılar, hâkimler aynı savunmayı yapmıştı. Ama hiçbiri mahkeme duvarlarından kurtulamadı.
Siz de kurtulamayacaksınız. Çünkü emirle insanlık suçu işlenmez.
Ve zannetmeyin ki bu yaptıklarınız sadece bu topraklarda yargılanacak. Unutmayın: İnsanlığa karşı suçların zaman aşımı yoktur.
Sistematik ve yaygın tutuklamalarınızla, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de dava konusu olacaksınız. İşkenceye göz yumanlar, hukuksuz tutuklamalara imza atanlar, aileleri parçalayanlar, insanları intihara sürükleyenler…
Hepinizin isimleri bir gün, uluslararası hukuk kayıtlarında suçlu olarak yer alacak.
Ve bu sadece bir başlangıç olacak. Dünyanın her köşesinde, adalet arayanlar sizin peşinizi bırakmayacak.
Verdiğiniz her karar, her imzanız, birer suç belgesi olarak arşivlenecek ve arşivleniyor. Çocuklarınızın, torunlarınızın bile bu utancı taşıyacağı bir miras bırakıyorsunuz.
Unutmayın, tarih affetmez. Ve tarih, sadece suçluları değil, sessiz kalanları da yargılar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, yani AİHM’nin defalarca verdiği ihlal kararlarını yok sayıyorsunuz. Birleşmiş Milletler’in keyfi tutuklamalara ilişkin hukuki bağlayıcılığı olan kararlarını çöpe atıyorsunuz. Tahliye kararlarına rağmen insanları hapiste tutuyorsunuz.
Ve açıkça suç işliyorsunuz.
Unutmayın, bu kararlarınız arşivleniyor. Bütün bunlar yarın sadece Türkiye’de değil, Strasbourg’da, Cenevre’de, Lahey’de de önünüze konacak.
Bu kararlar sadece kâğıt üzerinde kalmayacak. Her biri, bir insanın çalınmış hayatını, bir ailenin dağılmış yuvasını temsil edecek.
Ve siz, bu suçların uygulayıcıları olarak anılacaksınız. Uluslararası mahkemelerde, adaletin terazisi sizi tartacak.
Ve o terazi, ne makamlarınızı, ne de bahanelerinizi kabul edecek.
Ayrıca zannetmeyin ki unutulursunuz.
Hayır.
Sizlere bu emirleri verenlerle birlikte sizler de unutulmayacaksınız. Resimleriniz, kararlarınız, isimleriniz… Bir gün bu ülkenin, hem de dünyanın her yerinde utanç müzelerinde, tenkil müzelerinde sergilenecek.
“İşte bu savcı, bu hâkim, şu insanı intihara sürükleyen karara imza attı” denecek. Tenkil müzelerinde insanlık suçlarının uygulayıcıları denecek ve teşhir edileceksiniz.
Bu müzeler sadece birer sergi alanı olmayacak. Orada, sizin kararlarınızla hayatları çalınan insanların hikâyeleri anlatılacak.
Her bir fotoğrafınızın yanında bir mazlumun gözyaşı, bir çocuğun feryadı yer alacak. Ve o müzeleri gezen her insan, sizin adınızı lanetle anacak.
Sizler, birer utanç sembolü olarak kalacaksınız.
Bir gün bir çocuk, müze gezisinde parmağıyla sizin fotoğrafınızı gösterecek: “Bu adam annemi yıllarca hapsetmişti” dediği o anı bence şimdiden düşünün. “İşte bu kararları onlar verdi” diye gösterileceksiniz.
Tenkil müzelerini gezen insanlar, orada sizin zulümlerinizi görecek. Ve ibretle, nefretle sizi anacaklar. Tıpkı Nazi dönemindeki yargıçlar gibi…
Bir utanç vesikası olarak kalacaksınız. Aldığınız kararlarla annesiz, babasız kalan çocukların nefesi her zaman ensenizde olacak.
İntihar eden gençlerin, parçalanan ailelerin, içeri tıktığınız masumların haykırışı bir gün sizi uykularınızdan uyandıracak.
Aldığınız kararlarla yüzbinlerce hayatı yıktınız, yüzbinlerce aileyi dağıttınız. Pek çok mazlumun ve çocuklarının intihar etmelerine sebep oldunuz.
Ve siz…
Bu rejimin suç ortağı oldunuz.
Ve bu suç ortaklığı, sadece bir dönemle sınırlı kalmayacak. Nesiller boyu, sizin adınız zulmün simgesi olarak anılacak. Çocuklarınız, torunlarınız bu utancı taşıyacak.
Her bir kararınız, bir lanet olarak peşinizi bırakmayacak. Ve siz, ne bu dünyada ne de vicdanlarınızda huzur bulamayacaksınız.
Bakın bir çevrenize…
Bugün güvendiğiniz iktidar yarın değiştiğinde sizi ilk feda edecek olan da onlar olacak. Görmüyor musunuz, bu rejim kendisini ayakta tutmak için her gün yeni birini harcıyor.
Ve unutmayın: Bir gün sıra size de gelecek.
O gün geldiğinde, ne sarayın koruması, ne de bugünkü ayrıcalıklarınız sizi kurtaracak. Sizler, yalnız başınıza kalacaksınız.
Ama hiç olmazsa bundan sonrası için onurlu bir yaşamın, dik bir duruşun, insan kalmanın yolunu seçin.
Zor olsa da bu mümkün.
Ya adil olursunuz, yapamıyorsanız istifa edip bu yoldan dönersiniz… Ya da tarihin en karanlık dönemlerinin iş birlikçileri gibi yargılanır, lanetlenirsiniz.
Ya adaletin, insanlığın yanında yer alırsınız…
Ya da zulmün ortağı olarak anılırsınız.
Karar sizin.
Gelin, bu karanlık defteri burada kapatın. Ve bilin ki, gerçekten cesur olanlar, emirlere uyanlar değil… Vicdanlarına uyanlardır.
Ve bu cesaret, sadece sizi değil, bu ülkenin geleceğini de kurtarabilir.
Bir tek kişinin bile vicdanına dokunmanız, bir tek masumun hayatını kurtarmanız, tarihin sizi farklı yazmasına yetebilir.
Ama bunun için önce kendinizi kurtarmalısınız.
Yani vicdanınızı, onurunuzu, insanlığınızı…
Şimdi, bu karanlık yoldan dönme vakti.
Karar sizin.