Geçtiğimiz hafta CHP Genel Başkanı Özgür Özel çıktı ve dedi ki:
“Bugün beyaz Toroslarla korkutmaya çalışanlar, yarın onların altında kalır.”
Hedefindeki kişi, masasına beyaz toros maketi koyan başsavcıydı.
Salondan alkış koptu.
Manşetler atıldı.
CHP’nin geçmişle yüzleşmeye cesaret ettiği söylendi.
Evet, doğruydu; bu cümleyle devletin bir suç aygıtı ifşa edildi.
Ama eksikti.
Şunu kimse sormadı:
Peki ya siyah Transporterlar?
Yani bugünün faili meçhullerini taşıyan araçlar.
Bugünün kaçırmalarında kullanılan o siyah, kapkara Transporterlar.
Yani bugünün Torosları!
Nedense gündeme gelmedi.
Eski beyaz Toroslar hatırlandı, günümüzün Transporterları unutuldu.
Türkiye’de bazı sözler vardır…
Söylendiği anda tokat gibi çarpar.
‘Beyaz Toros’ işte onlardan biridir.
Bir arabanın adı değildir o.
Beyaz Toros, bir devrin, bir korkunun, bir suçun adıdır.
Bir zamanlar Türkiye’nin sokaklarında beyaz Toroslar dolaşırdı.
Camları filmli, plakaları eksik, niyetleri karanlıktı.
90’ların kirli savaşında, özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde görülen bu araçlar,
zamanla sadece bir taşıma aracı değil, bir korku simgesine dönüştü.
Beyaz Toros demek, kaybedilmek demekti.
Beyaz Toros demek, gözaltı süsü verilmiş işkenceli infaz demekti.
Cumartesi Anneleri demekti.
Emine Ocak demekti.
Ama Özgür Özel’in diline doladığı bu simge, bugün artık nostaljiden ibaret.
Çünkü devletin arabası artık beyaz değil.
Simsiyah. Daha sessiz. Daha büyük. Ve daha sistematik.
Bugün bu ülkede, insanlar beyaz Torosla değil, siyah Transporterla kaçırılıyor.
Ama önce hatırlayalım…
Beyaz Toros neydi?
90’larda Türkiye’nin doğusunda, Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde,
korucuların, özel harekâtçıların, JİTEM’cilerin kullandığı arabalardı bunlar.
Gözaltına alınan ama kayıtlara geçmeyen insanlar bu araçlara bindiriliyordu.
Beyaz Torosa bindirilmek, geri dönülemeyen bir yola gitmek demekti.
İşte bir daha geri dönemeyenler…
İşkenceden geçirilip öldürülenler…
Aileleri tarafından yıllarca arananlar…
Kabirleri bile bulunamayanlar…
O beyaz araçlar, faili meçhullerin taşıyıcısıydı.
İnsanlık dışı suçların mobil sembolüydü.
Dün vefat eden Emine Ocak’tan bahsedince, oğlu Hasan Ocak’tan bahsetmemek olmaz.
Hasan Ocak, İstanbul Gazi Mahallesi’nde gözaltına alınmıştı.
Sonra… kayboldu.
55 gün boyunca ailesi sokak sokak, morg morg, hapishane hapishane aradı.
Annesi Emine Ocak, her sabah elinde oğlunun fotoğrafıyla evinden çıktı.
Bir mezar bile istemedi.
“Yeter ki oğlumun kemiklerini verin” dedi.
Cevap yoktu.
Ve sonra…
15 Mayıs’ta, Hasan Ocak’ın işkence görmüş bedeni, Beykoz’da kimsesizler mezarlığında bulundu.
O günden sonra Emine Ocak sadece bir anne değil, bir direnişin simgesi oldu.
Her Cumartesi Galatasaray Meydanı’nda oturdu.
Elinde Hasan’ın fotoğrafıyla…
Yüzünde o hiç eksilmeyen hüzünle…
Susmayan annelerin öncüsü oldu.
Ve bir ülkenin vicdanı, onun dizlerinin dibinde toplanmaya başladı.
Ve Emine Ocak, oğlunun katillerinden hesap soramadan bu dünyadan göçüp gitti.
Bugün artık aramızda değil.
Ama sesi hâlâ o meydanda yankılanıyor.
Peki ya bugün?
Bugün yine insanlar kayboluyor.
Ama artık Toros değil, Transporter.
Simsiyah, camları filmli, plakası olmayan Volkswagen Transporterlar.
Görüntüleri güvenlik kameralarında birkaç saniye beliriyor, sonra karanlık başlıyor.
2017’de… adı Zabit Kişi.
Ankara’da, tam 108 gün boyunca ortadan kayboldu.
Hiçbir yerde kaydı yoktu.
Ailesi delirdi.
Karakol “yok” dedi.
Savcı “bilmiyoruz” dedi.
Devlet “duymadım” dedi.
Ama sonra ortaya çıktı:
Zabit Kişi, siyah camlı bir transporterla kaçırılmıştı.
Aylarca yeraltındaki bir hücrede tutuldu.
Gözleri bağlı, elleri kelepçeliydi.
İşkence gördü.
Tehdit edildi.
Ve bir gün aniden ortaya çıktı.
Ama evine değil, cezaevine götürüldü.
Mahkemede ne dedi biliyor musunuz?
“Beni kaçıranlar ‘biz devletiz’ dedi. Işık yoktu. Sesler yankılanıyordu. Gözüm bağlıydı. 108 gün yeraltında tutuldum.”
Ve mesela… Yusuf Bilge Tunç.
KHK ile işten atılmıştı ama sessizce yaşamına devam ediyordu.
Derken bir gün, sabah saat 11:00’de arabasına bindi…
Ve bir daha geri dönmedi.
O gün Ankara’nın bir mahallesinde,
güvenlik kameraları siyah camlı, plakasız bir transporterı kaydetti.
İnsanlar bu aracı gördü.
Ama devlet yine görmedi.
Devlet yine duymadı.
O andan itibaren Yusuf Bilge Tunç buharlaştı.
Ne bir mahkeme kaydı vardı.
Ne bir gözaltı tutanağı.
Hiçbir iz yoktu.
Yusuf Bilge Tunç… bu ülkenin başkentinde, güpegündüz Ankara’da kaçırıldı.
Ailesi her yere başvurdu.
Ama hiçbir savcı, hiçbir yetkili “bizimle ilgisi yok”tan öteye geçmedi.
O gün görülen siyah transporter hâlâ ortada.
Ama Yusuf hâlâ yok.
Ne cesedi bulundu,
Ne faili yargılandı.
Ne bir siyasi parti lideri babasını ziyaret etti.
Bir başsavcı, dönemin milletvekili Mustafa Yeneroğlu’na aynen şöyle dedi:
“Bunları kimin kaçırdığını biliyoruz ama elimizden bir şey gelmez.”
Çünkü siyah transporterı ağzına almak, bu ülkede hâlâ yürek işidir.
Daha fazla uzatmamak için başka örneklere girmiyorum.
Ama şunu bilin:
Siyah transporterlar bu ülkede vızır vızır dolaşıyor.
Hem de beyaz Toroslar gibi sadece doğuda değil…
Metropollerde, şehirlerde, her yerde.
Şimdi bir adım geri çıkalım.
Soruyu şöyle soralım:
Bu arabaları kullananlar kim?
O beyaz Toroslara emri veren kimdi?
Bugün siyah Transporterlarla insan kaçıran akıl kim?
Cevap çok basit:
Aynı devlet.
Zihniyet aynı.
Yöntem aynı.
Sadece kaportayı boyadılar.
Beyazı siyaha çevirdiler.
Ama direksiyon hâlâ aynı elde.
AKP, sandığınız gibi “Yeni Türkiye”nin temsilcisi değil.
Eski Türkiye’nin ta kendisi.
Tansu Çiller’in, Mehmet Ağar’ın, Veli Küçük’ün yarım bıraktığını tamamlayan bir yapı bu.
JİTEM’in siluetini gizleyip, “güvenlik konsepti” diyerek aynı korkuyu yeniden üretiyorlar.
Ve bu gerçek, sadece iktidarın değil, muhalefetin de utancı.
Evet, Özgür Özel beyaz Torosları konuştu.
Savcının masasında olmasına isyan etti.
Cumartesi Anneleri’ni ziyaret etti.
Galatasaray Meydanı’nda onlara destek verdi.
Bu kıymetliydi.
Tebriği hak ediyor.
Ama siyah transporterları konuşmadı.
Emine Ocak’a taziyeye gitti,
Ama Yusuf Bilge Tunç’un babasına uğramadı.
Bugünün kayıpları söz konusu olunca, Özgür Özel susuyor.
Beyaz Torosları anarken, siyah transporterları hiç anmıyor.
Devlet Kürt sorunu konusunda adım atınca,
dünün cesaretini gösteriyor, bugünün acısından uzak duruyor.
Geçmişin yasını tutuyor, bugünün hesabını sormuyor.
Vicdan, geçmişle sınırlı tutulamaz.
Adalet, nostalji değildir.
Bugün susuluyorsa, dünün ağıtı samimi değildir.
Eğer geçmişle yüzleşiyorsan, bugüne de dokunmalısın.
Eğer kayıpların annesini anıyorsan, kayıpları süren bir düzeni sorgulamalısın.
Ama muhalefet bunu yapmıyor.
Çünkü geçmiş güvenlidir.
Çünkü rejim, göstermelik de olsa, Kürtlere karşı pozisyon değiştirmiştir.
Ama bugün yaşananları ağzına almak tehlikelidir.
Çünkü beyaz Toroslar büyük bir acı da olsa nostaljidir,
Siyah transporterlar ise hâlâ dolaşıyor.
İşte Türkiye’nin çıplak gerçeği budur:
Devlet aynı devlettir.
Sadece kaportayı boyamışlardır.
Beyaz Toros gitmiş, siyah Transporter gelmiştir.
Ama direksiyon hâlâ aynı elde.
Fail aynı.
Zihniyet aynı.
Karanlık aynı.
AKP, 90’ların devletinden bir kopuş değil, doğrudan devamıdır.
Susurluk’un mirasını devralmıştır.
JİTEM’in ruhunu modernize etmiştir.
Ve ne yazık ki, muhalefet bile bu karanlığa dokunmamaktadır.
İşte Türkiye’nin hali budur.
Bir yanda eski devletin devamı AKP.
Bir yanda eski devletin uzantısı gibi davranan muhalefet.
Ve ortada, arabaların altında ezilen halk.
Kaybolan evlatlar.
Fotoğraflarla yaşayan anneler.
Sadece bir mezar isteyen babalar.
Ve her şeyin üstünde şu acı gerçek:
Bu ülkede insanlar hâlâ devlette kayboluyor.
Eskiden beyaz Torosla, şimdi siyah Transporterla.
Bir ülkede insanlar hâlâ devlet tarafından kaçırılıyorsa,
Bir anne hâlâ oğlunun kokusunu yitirmemek için tişörtünü yıkamıyorsa,
Ve siyaset hâlâ bu gerçeğe körse…
İnanın…
O ülkede demokrasi bir dekor, adalet bir masal, hukuk da bir yalandır.
Türkiye bir ceberrut devlettir.
Arabası değişmiştir.
Ama aklı değişmemiştir.
İçinde yuvalanmış zihniyet aynen durmaktadır.
Son olarak şunu söyleyelim:
Türkiye, arabasını değiştirmiş olabilir…
Ama içindeki zihniyet hâlâ aynı.
O arabadan hâlâ işkence çıkıyor.
O arabadan hâlâ mezar çıkıyor.
Ve o arabaya karşı hâlâ yeterince ses çıkmıyor.
Siz beyazı anıp siyahı unutursanız…
Yarın o siyah Transporter sizin çocuğunuzun sokağında durur.
Ve o zaman çok geç olur.
Devleti denetlemesi gereken muhalefet, medya, toplum susuyorsa…
Bu suskunluk bir gün hepimizin kapısının önüne park eder.
Ve o zaman…
Artık ses çıkarmanın da bir anlamı kalmaz.
YAZININ VİDEO HALİ https://youtu.be/XU8FmJcPqJY