Türkiye’de adalet sisteminin çöküşünü en çıplak haliyle gösteren hikâyelerden biri Sueda Güngör’e ait. Babası İbrahim Güngör, gazete aboneliği, sendika üyeliği ve banka hesabı nedeniyle “terörist” ilan edilip 8 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Alzheimer hastalığına rağmen cezaevinde tutuldu ve göz göre göre ölüme terk edildi. Genç yaşında kendisi de tutuklanan Sueda ise, babasının son nefesinde yanında olamadı, cenazesine bile gönderilmedi. Onun yaşadıkları, Türkiye’deki adaletsizliğin, insanlık dışı uygulamaların ve toplumsal sessizliğin sembolüne dönüştü.
Babasının son nefesinde yanında olamayan, mezarında bile onunla vedalaşmasına izin verilmeyen bir genç kız… Adı Sueda Güngör. Türkiye’de adaletin, merhametin, insanlığın nasıl lime lime edildiğini görmek isteyen varsa, onun hikâyesine baksın.
Sueda Güngör artık bir sembol. Neyin mi? Sueda adaletin yokluğunun sembolü oldu. Babası masum yere hapis yatırılmıştı. Peki babası İbrahim Güngör’ün suçu ne miydi? Gazete aboneliği, bir sendikaya üyelik, bir bankada hesabı. Böylelikle rejim açısından tırnak içinde terörist oluvermişti. Bunun üzerine de 8 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Rejim tatmin olmamış, babasına verilen ceza yetmemiş, Sueda’yı da hapse atmıştı. Üniversite öğrencisi Sueda da “terörist” oluvermişti. Babası, o demir kapılar ardında, göz göre göre ölüme sürüklenmişti. Sueda, telefonda babasının şu sözlerini duymuştu:
“Ben hiç iyi değilim kızım, burada ölmek üzereyim.”
Sonra ne oldu? Babası öldü. Ölüm bile rejimi yumuşatmaya yetmedi. Sueda’ya babasının cenazesine katılmaya bile izin verilmedi. Onun hikâyesi, Türkiye’de hukuk sisteminin insani değerleri nasıl hiçe saydığının en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Sueda’nın yaşadıkları “Adalet yoksa insanlık da yoktur” sözünün vücut bulmuş haliydi.
Sueda zulme karşı direncin sembolü oldu. Sueda yalnızca bir mağdur değildi; acısını içine gömüp susmadı. Yazdığı mektuplarla, sosyal medyada paylaştığı haykırışlarla, mahkeme salonlarında yükselttiği sesiyle ve sonunda sinir krizlerine varan çığlıklarıyla yaşadıklarını herkesin gözünün önüne serdi. Bir genç kızın devletin bütün ağırlığı karşısında gösterdiği bu öfke aslında boyun eğmemenin işaretiydi.
Susturulmuş, sindirilmiş, korkuyla sessizleştirilmiş bir toplumda Sueda’nın “Bana babamı göstermediniz, cenazesine bile göndermediniz!” feryadı, başkalarının söyleyemediğini söyleyen bir direnişe dönüştü. Onun yere düşen gözyaşları, parmaklıkların arkasından yazdığı cümleleri, çığlıkları… Bütün bunlar, zulmün yalnızca acı üretmediğini, aynı zamanda direnç de doğurduğunu gösterdi. Susturulmuş, sindirilmiş bir toplumda onun öfkesi ve feryadı direnmenin sembolüne dönüştü. Sueda, işte o yüzden bugün zulme boyun eğmeyen iradenin sembolü oldu.
Sueda bir kuşağın yaşadığı travmanın sembolü oldu. Genç yaşında hem kendisi hapse girdi hem babasını hapiste kaybetti. Bu sadece Sueda’nın değil, on binlerce gencin taşıdığı bir yüktü aslında. Onun hikâyesi, bir kuşağın üzerine çöken baskının, özgürlüklerinin çalınmasının temsili oldu. Genç yaşında hem kendisi hapse girdi hem de babasını hapiste kaybetti. Onun hikâyesi, bir kuşağın üzerine çöken baskının, özgürlüklerinin çalınmasının temsili oldu.
Sueda vicdan çağrısının sembolü oldu. Sueda’nın “Bu nasıl insanlık dışı bir durumdur?” feryadı, aslında vicdanı olan herkese yöneltilmiş bir soruydu. Ama toplum sessiz kaldı. Gözyaşları ekranlardan aktı, mektupları yayımlandı. Ama büyük bir kesim üç maymunu oynadı. Onun çığlığı, vicdanın harekete geçmesi için bir çağrıydı; fakat çağrı cevapsız kaldı. Bu sessizlik, toplumsal vicdanın nasıl köreldiğinin acı bir göstergesine dönüştü.
Sueda tarihe düşen tanıklığın sembolü oldu. Sueda bugün sadece bugünün değil, yarının da şahidi. Yıllar sonra bu dönemin zulmü anlatıldığında, onun hikâyesi en çok hatırlanacaklardan biri olacak. Zalimler unutulmayacağı gibi Sueda’nın çığlıkları da unutulmayacak. O çığlık hep kulaklarda çınlayacak. O çığlık zalimlerin ve sessiz kalan toplumun yüzüne tokat gibi çarpacak.
Sueda artık sadece bir evlat değil, sadece babasının yasını tutan bir kız değil. O, bu ülkenin kaybolan adaletinin sembolü. Ve aslında şu soruyu hepimizin yüzüne haykırıyor:
“Bir baba hasta yatağında ölüme terk edilirken, bir kız babasının cenazesine bile gönderilmezken, biz hangi toplumdan söz ediyoruz? Hangi adaletten? Hangi insanlıktan? Hangi vicdandan?”
Bu soruya cevap veremeyenler tarihe sessizliğiyle geçecek. Ama Sueda, cevabı zaten verdi: Onun gözyaşları, öfkesi, haykırışları tarihin kaydına geçti. Bugün Sueda’nın ismi, zalimliği ifşa eden bir ayna haline geldi. Ve işte bu yüzden, Sueda Güngör bugün adaletsizliğin karanlığında parlayan vicdanın sesi, bir kuşağın travması, zulme karşı direncin adı ve geleceğe düşülen tanıklığın sembolü oldu.