Washington, İsrail’e neden bu kadar “koşulsuz” destek veriyor?
Neden sürekli İsrail’in hamisi rolünü üstleniyor?
Hatta yer yer kendi çıkarlarının aleyhine bile olsa, dış politikasını neden İsrail’e göre şekillendiriyor?
Bu desteği sadece bölgesel dengelerle ya da İsrail’in ABD üzerindeki etkin lobileriyle açıklayabilir miyiz?
Yoksa bütün bunların yanında siyasetin dilini şekillendiren ve ABD’de geniş bir taraftar kitlesi olan bir inanç mı var?
İşte bugün bu yayında bu konuyu ele alacağım:
Yani ABD siyasetini de derinden etkileyen Hristiyan Siyonizmini.
Hristiyan Siyonizm Nedir?
Peki “Hristiyan Siyonizm” nedir?
Hristiyanlık ile Siyonizm nasıl yan yana gelebilir?
Hristiyan Siyonizmi’nde 1948 — yani İsrail devletinin kuruluşu — neden bir “kehanetin eşiği” gibi okunur?
Kiliselerin kürsülerinden yükselen vaazlar, Kongre’nin oylarını nasıl etkiler?
Peki bu Hristiyan Siyonizmi anlatısı Yahudiler için ne ifade eder?
Filistinli Müslümanlar ve hatta Filistinli Hristiyanlar bu denklemde neden görünmezleşir?
Amerikan devlet aklı ile kutsal metin nerede buluşur, nerede ayrışır?
Hristiyan Siyonizminin tarihsel ve inanç kökleri nereye dayanır?
Amerika’da ne kadar nüfusları vardır?
Ve daha pek çok soru… Hepsi de cevaplanması gereken önemli sorular.
İşte bu yayında, Hristiyan Siyonizminin tarihsel kökenini, teolojik omurgasını ve Amerikan siyasetindeki karşılığını serinkanlı, objektif bir çerçevede ele alacağım.
Teolojik Temeller
Öncelikle şunu söyleyeyim: Hristiyan Siyonizmi, Protestan dünyasında — özellikle Evanjelik damarda — şekillenmiş bir inanç yorumuna dayanıyor.
Ancak burada bir parantez açalım: Hristiyan Siyonizmi, Evanjelik dünyanın içindeki güçlü bir akım; yani Evanjeliklerin tamamı bu inanca sahip değil. Ayrıca bazı Protestan topluluklar içinde de bu yoruma yakın isimler var.
ABD’de on milyonlarca Evanjelik seçmen bulunuyor. Bu sayı, siyaset üzerindeki etkisini anlamamız açısından oldukça önemli.
Hristiyan Siyonizm inancına göre üç temel unsur var:
- Yahudilerin Filistin’e dönüşü,
- İsrail Devleti’nin kuruluşu,
- İsrail Devleti’nin varlığının sürmesi.
Bu üçü, Hz. İsa’nın yeniden yeryüzüne gelişi için gerekli ve “olmazsa olmaz” basamaklar olarak görülüyor.
İşte Hristiyanlık ile Siyonizmin kesiştiği en kritik nokta bu.
Bu teolojik bekleyiş, yani Hz. İsa’nın yeryüzüne inme beklentisi, modern jeopolitiğin içine sızıyor ve onu doğrudan etkiliyor.
Kutsal metinlerden çıkarılan inanışlar, dış politikanın meşruiyet anlatısına dönüşüyor.
Tarihsel Arka Plan
Hristiyan Siyonizmi, 19. yüzyılın İngiltere ve ABD’sinde ortaya çıkıyor.
Metinleri kelimesi kelimesine yorumlayan Protestan akımların etkisiyle gelişiyor.
1948’de İsrail’in kurulması, bu çevrelerce “kutsal kehanetin gerçekleşmesi” olarak görülüyor.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan Evanjelik hareketinin büyümesiyle bu inanç, siyasal ağırlık kazanıyor.
Bu akım, Tevrat’ta geçen “İbrahim’in soyuna vaat edilen toprak” ifadesini modern İsrail devletiyle eşitliyor. Böylece sınır tartışmalarını siyasal alanın dışına çıkarıyor, teolojik bir tabu haline getiriyor.
Kutsal Metinlerdeki Dayanak
Tevrat’ta bu inancın temelini oluşturan bazı ifadeler şöyle:
- Yaratılış 12:1–3, 7: Tanrı, İbrahim’i (Avram) çağırır; “Bu ülkeyi senin soyuna vereceğim.”
- Yaratılış 13:14–17: “Gördüğün bütün ülke… sonsuza dek senin ve soyunun olacak.”
- Yaratılış 17:7–8: “Kenan diyarı… sonsuza dek mülkünüz olacak.”
Bu pasajlar, “Tanrı’nın vaadi” olarak görülüyor ve güncel İsrail Devleti’ne ilahi hak atfetmenin dayanağına dönüşüyor.
1948’te İsrail’in kurulması, bu çevrelerde “kehanetin gerçekleşmesi” olarak okunuyor.
Bu da Hristiyan Siyonistleri heyecanlandıran bir faktör haline geliyor.
Kıyamet ve Armageddon İnancı
Bu inançta olayların tarihi sıralaması şöyle:
- Tanrı’nın İbrahim’in soyuna toprak vaat etmesi,
- Yahudilerin Filistin’e toplanması,
- Kudüs’ün merkeziliği,
- Ulusların büyük çatışması (Armageddon),
- Mesih’in dönüşü.
“Ulusların büyük çatışması” yani Armageddon, Vahiy Kitabı’ndaki sembolik anlatımlara dayanıyor.
Bu inanca göre dünyanın dört bir yanından güçler Kudüs çevresinde toplanacak ve büyük bir hesaplaşma yaşanacak.
Bu saldırılar Tanrı’nın müdahalesiyle boşa çıkarılacak, ardından Mesih dünyaya inecek.
Yani kıyamete doğru sıralama şöyle özetleniyor:
- Yahudiler İsrail’de toplanacak,
- Armageddon yani büyük savaş olacak,
- Mesih’in dönüşü gerçekleşecek.
Siyasi Yansımalar
Bu teolojik sıralama siyasette şöyle tezahür ediyor:
- İsrail Devleti’nin varlığının sürmesi bir “zorunluluk” olarak görülüyor; çünkü Mesih’in gelişi buna bağlı.
- Bölgedeki savaşların “kaçınılmaz” olduğuna inanılıyor.
- İsrail’e yönelik güvenlikçi politikalar, ilahi planın gereği sayılıyor.
Bu basamaklar kendiliğinden gerçekleşmezse, siyasi müdahalelerle gerçekleştirilmek zorunda olduğu düşünülüyor.
Yani teoloji, jeopolitiği yönlendiriyor.
Teolojik Paradoks: “Sahte Dostluk”
Bu inançta ilginç bir paradoks var.
Yahudilere verilen destek, aslında Yahudilere duyulan sevgiden kaynaklanmıyor.
Destek, Hristiyan Siyonist senaryoda Yahudilere biçilen “araçsal role” dayanıyor.
Yani Yahudiler bu senaryoda sadece bir araç.
Bu yüzden bazı Yahudi entelektüeller, bu yakınlığı “sahte dostluk” olarak nitelendiriyor.
Yine de reel politika gereği bu ittifaka sessiz kalmayı tercih ediyorlar.
Her iki taraf da bu durumu biliyor.
ABD Siyasetine Etkisi
Amerikan siyasetinde Hristiyan Siyonizminin etkisi son derece güçlü.
ABD’de on milyonlarca Evanjelik seçmen var ve önemli bir kısmı bu inanca sıcak bakıyor.
İsrail’in korunması, onlar için dış politika tercihi değil, Tanrı’ya itaat konusu.
Bu nedenle Washington’da İsrail’e eleştirel bir dil kullanmak siyasal açıdan riskli hale geliyor.
Karşısında hem milyonlarca Evanjelik seçmen hem de güçlü İsrail lobileri var.
ABD yönetiminde bu inançtan etkilenen birçok isim bulunuyor.
Örneğin eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bir televizyon kanalında “Trump’ın İsrail’i korumak için Tanrı tarafından gönderilmiş olabileceğine” inandığını söylemişti. Bu ifade, Hristiyan Siyonist anlatıyla birebir örtüşüyor.
Elbette ABD’nin İsrail’e desteğini yalnızca dinî motivasyonla açıklamak doğru olmaz.
İsrail lobisi, bölgedeki ABD çıkarları, enerji hatları ve İran dengesi gibi etkenler de belirleyici.
Ancak Hristiyan Siyonizmi, bu çıkarların üzerine güçlü bir meşruiyet zemin sağlıyor.
Evanjelik Hristiyan lobisi ile Yahudi lobisi birçok noktada kesişiyor.
Dini temeller farklı olsa da iki yapı da İsrail’e askeri, diplomatik ve ekonomik destek çizgisinin sürmesini savunuyor.
Bu ortaklık Kongre üzerindeki etkiyi artırıyor ve ABD’nin Orta Doğu politikasını “İsrail’in güvenliği” eksenine kilitliyor.
Örneğin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması gibi kararların ardında milyonlarca seçmenin ve lobilerin etkisi büyük.
Eleştiriler ve Alternatif Görüşler
Elbette bu din temelli yaklaşım eleştirisiz değil.
ABD’de birçok seküler çevre, dış politikanın inanca dayalı olmasını ciddi bir sorun olarak görüyor.
“Tanrı istedi” söylemiyle savaşlar ya da yaptırımlar yapılmasını kabul edilemez buluyorlar.
Rasyonel çıkar ve hukukun üstünlüğünün esas alınması gerektiğini savunuyorlar.
Bazı Yahudi entelektüeller de bu durumu eleştiriyor; ABD’nin kendilerini Mesih’in gelişi için araçsallaştırdığını düşünüyor.
Bu da iki toplum arasında zaman zaman gerilim yaratıyor.
Eleştiriler yalnızca Yahudi ya da seküler çevrelerden gelmiyor.
Bazı Hristiyan Amerikalılar da bu teolojik dış politikayı reddediyor.
Filistinli Müslümanların yanı sıra Filistinli Hristiyanların da göz ardı edilmesi, ciddi bir rahatsızlık konusu.
“Tanrı bu toprağı verdi, ilahi plan böyle” söylemi ardına sığınılarak milyonlarca insanın yerinden edilmesi, hem etik hem insani açıdan sert biçimde eleştiriliyor.
Sonuç
Washington’da alınan kararlar yalnızca stratejik hesaplardan değil, kültürel ve teolojik bir zeminden de besleniyor.
Bu durum, Orta Doğu’da barışın kutsal plana “aykırı” görülmesine kadar uzanabiliyor.
Elbette Amerika’nın devlet aklı bütünüyle teolojik bir çizgiye indirgenemez; ABD, çoğulcu ve çıkar odaklı bir devlettir.
Ancak Hristiyan Siyonizmi, İsrail–ABD hattındaki ilişkinin duygusal, toplumsal ve siyasal meşruiyetini anlamak açısından önemli bir anahtar sunuyor.